30 Haziran 2014 Pazartesi

HİLAFET İLE İLGİLİ SÖZLER

İYİ DİNLEYİN İYİ OKUYUN 
BU HİLAFET BU GÜÇ MÜSLÜMANLARIN BU GÜN OLMAZSA OLMAZLARINDANDIR.
BU GÜN MÜSLÜMANLARIN BAŞLARINDAKİ BELALAR BU GÜCÜN YOKLUĞUNDANDIR.
OKUYUN İTİRASINIZ VARSA BELİRTİN BİR ZAHMET
İSLAM DEVLETİNİN ÖNCELİĞİ
Muhammed (S.A.) e inananlar, onunla birlikte hicret edip ilk
olarak birlikte savaşanlar, önce Allah'ın şeriatı ile hükmeden bir
Müslüman devletin kurulması ve şeriatın buyruklarına uyan Müslüman toplumun inşası için çalışmışlardı.(BURADA BİREY DEĞİL KİTLE SÖZ KONUSU.YANİ KİTLESEL ÇALIŞMA OLMADAN İSLAM HİLAFET DEVLETİ İKAME EDİLEMEZ.DOLAYISI İLE (KAMİL)MÜSLÜMANLIKTA OLMAZ.SADECE SÖZ İLE SÖYLERSİN BU GÜNKÜ GİBİ İÇİ BOŞALTILMIŞ KAVRAM OLARAK)

Ancak bu hususları yerine getirdikten sonradır ki, itaat ve isyan ile ilgili ve teferruat sayılacak konulardaki emri bilmaruf ve nehyi anilmünker vazifesini yerine getirmeye başladılar. Hiç bir zaman asıl enerjilerini böyle basit şeyler için harcamadılar.

İslâm devleti kurulmadan ve Müslüman toplumun yapısı inşa edilmeden önce, çabalarını ancak bütün esasların esası durumunda olan bu temelin inşasına harcadılar. İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak prensibinin mefhumu da realitelerin icabına göre değerlendirilmelidir.Büyük kötülükler nehyedilmeden ve büyük iyilikler emredilmeden önce ikinci veya üçüncü derecedeki kötülüklere veya iyiliklere geçmek olmaz, ilk islâm cemiyetinin yapısı kurulurken bu husus üzerinde dikkatle durulmuştur.
HİLAFET DEVLETİ VE CİHADIN ZAMANI

Zira Müslümanlara gerek cihat gerekse kısas me d i n e 'de bir İslam devleti kurulduktan yâni hicretten sonra emrolunmuştur.

Daha önce ise Medine halkı ona biat ettiği zaman şöyle buyurmuştur: "Minadaki kâfirlerin üzerine
varıp onları öldürmek temayüllerini belirttikleri zaman: "Ben bu
şekilde emrolunmadım" karşılığını vermiştir.

Medine bir İslam yurdu haline gelince yüce Allah cihadı farz kılmıştır.
http://youtu.be/3DKXnseytts
----------------------CAHİLCE ALDANMA--------------------------------------------------
İSLAM ŞERİATINDAN HARİÇ BÜTÜN BEŞER SİSTEMLERİNİ RED ETMEKLE EMROLUNDUK.
İSLAM DÜŞMANLARI,BU GİBİ ALİMLERİ KULLANARAK VAKIFLAR ARACILIĞI İLE EMELLERİNE ULAŞIYORLAR.
VE,VEYA,YAHUT GİBİ SÖZLERLE KÜÇÜCÜK TAVİZ VERİYORLAR AMA BÜYÜK YARALARA NEDEN OLUYORLAR ONUN FARKINA VARAMIYORLAR.

DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR ONU ALMAK, TATBİK ETMEK VE ONA DAVET ETMEK HARAMDIR

http://www.hicretonline.com/Makaleler/Demokrasi%20Kufur%20Nizamidir.htm
UNUTMAYIN SİSTEMLER BİR BÜTÜN HALİNDE SİSTEMDİR.
SİTELERDEKİ YANİ YUOTUBİDEKİ KONUŞMALARDA ZEHİR VAR İSE ONLARA YORUM DA YAPILAMIYOR.DİKKAT..!!!
http://youtu.be/tvMqe8jZmrw
-----------------------------------------------------------------------
AİDERLERDİR.ŞAĞIDAKİLERDE HAİN LİDERLERDİR.
Said Nursî'nin Hıristiyanlıkta vuku bulmasını beklediği tasaffi, yani arınmanın türü, Hıristiyanların İslâm'a girmek için dinlerini terketmesi değil; ondan ziyade, onların hayır olan şeye zaten sahip olan dinlerini tamamlamaları, kemale erdirmeleridir. Ehl-i Kitabı muhatap alan bir Kur'an âyetini tefsir bâbında Bediüzzaman, "Kur'an ... size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz, diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, ... tadil ve tekmil edicidir.
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4585194006401709219;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=7;src=postname
OKUYUN VE DİNLEYİN
Mevlana Müslüman Değil Mecusi'dir...(Geçekler Çok Sarsıcı)http://youtu.be/YcGTM31JgtE

Celaleddin er-Rumi : ADAM KENDİNİ ANLATIYOR . BİRİLERİ de KALKMIŞ ONU YALANLIYOR ...! dinleyin bakın ,o kendini ne olarak tarif ediyor .?

Kendilerini islâm’a nisbet eden kitlelerin nezdinde ALLAH dostu,veli(!) diye tanımlandıkları halde bu insanlar müslüman oluşlarının, gerçekte bir din tercihi olmadığını, çünkü aynı zamanda yahudi, hırıstiyan, mecusi v.s dinlerin de müntesibi olduklarını çok açık bir şekilde ifade ederler:
“…Celâleddin er-Rumî “Divan”ında şöyle diyor:
“Canım, ey nur, kaçma benden!
Kaçma benden ey parlayan görünüm,
Kaçma benden kaçma benden!
Şu sarığa bak, onu nasıl başıma koydum,
Hatta bileğime taktığım Zerdüşt’ün zünnarına bak!
Zünnarı taşırım, yemliği taşırım.
Belki nuru taşırım, kaçma benden!
Müslümanım ben, ama Hırıstiyanım, Brahmanistim, Zerdüştiyim.
Ey yüce Hakk, sana tevekkül ettim, kaçma benden.
Bir tek tapınağım; mescid, kilise veya puthanem yok benim.
Sonsuz nimetim yüce yüzündedir, kaçma benden kaçma benden!”
(Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.S.160 (Dr. Mustafa Galveş, et-Tasavvuf fi’l- Mizan, 100-101’den))
http://youtu.be/omkNgcHbCio
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Said Nursî'nin Hıristiyanlıkta vuku bulmasını beklediği tasaffi, yani arınmanın türü, Hıristiyanların İslâm'a girmek için dinlerini terketmesi değil; ondan ziyade, onların hayır olan şeye zaten sahip olan dinlerini tamamlamaları, kemale erdirmeleridir. Ehl-i Kitabı muhatap alan bir Kur'an âyetini tefsir bâbında Bediüzzaman, "Kur'an ... size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz, diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, ... tadil ve tekmil edicidir.
https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3396906044691833088#editor/target=post;postID=4585194006401709219;onPublishedMenu=allposts;onClosedMenu=allposts;postNum=7;src=postname
114) Dinlerarası Diyaloğa Nasıl Bakıyorsunuz? - Nureddin Yıldız - Sosyal Doku
http://youtu.be/u_ZvVTNKgT4

*********************************************************************************
DİALOG----- İYİ DİNLEYİN İYİ OKUYUN 
BU HİLAFET BU GÜÇ MÜSLÜMANLARIN BU GÜN OLMAZSA OLMAZLARINDANDIR.
BU GÜN MÜSLÜMANLARIN BAŞLARINDAKİ BELALAR BU GÜCÜN YOKLUĞUNDANDIR.

OKUYUN İTİRASINIZ VARSA BELİRTİN BİR ZAHMET
İSLAM DEVLETİNİN ÖNCELİĞİ
Muhammed (S.A.) e inananlar, onunla birlikte hicret edip ilk
olarak birlikte savaşanlar, önce Allah'ın şeriatı ile hükmeden bir
Müslüman devletin kurulması ve şeriatın buyruklarına uyan Müslüman toplumun inşası için çalışmışlardı.(BURADA BİREY DEĞİL KİTLE SÖZ KONUSU.YANİ KİTLESEL ÇALIŞMA OLMADAN İSLAM HİLAFET DEVLETİ İKAME EDİLEMEZ.DOLAYISI İLE (KAMİL)MÜSLÜMANLIKTA OLMAZ.SADECE SÖZ İLE SÖYLERSİN BU GÜNKÜ GİBİ İÇİ BOŞALTILMIŞ KAVRAM OLARAK)

Ancak bu hususları yerine getirdikten sonradır ki, itaat ve isyan ile ilgili ve teferruat sayılacak konulardaki emri bilmaruf ve nehyi anilmünker vazifesini yerine getirmeye başladılar. Hiç bir zaman asıl enerjilerini böyle basit şeyler için harcamadılar.

İslâm devleti kurulmadan ve Müslüman toplumun yapısı inşa edilmeden önce, çabalarını ancak bütün esasların esası durumunda olan bu temelin inşasına harcadılar. İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak prensibinin mefhumu da realitelerin icabına göre değerlendirilmelidir.Büyük kötülükler nehyedilmeden ve büyük iyilikler emredilmeden önce ikinci veya üçüncü derecedeki kötülüklere veya iyiliklere geçmek olmaz, ilk islâm cemiyetinin yapısı kurulurken bu husus üzerinde dikkatle durulmuştur.
HİLAFET DEVLETİ VE CİHADIN ZAMANI

Zira Müslümanlara gerek cihat gerekse kısas me d i n e 'de bir İslam devleti kurulduktan yâni hicretten sonra emrolunmuştur.

Daha önce ise Medine halkı ona biat ettiği zaman şöyle buyurmuştur: "Minadaki kâfirlerin üzerine
varıp onları öldürmek temayüllerini belirttikleri zaman: "Ben bu
şekilde emrolunmadım" karşılığını vermiştir.

Medine bir İslam yurdu haline gelince yüce Allah cihadı farz kılmıştır.

http://youtu.be/u_ZvVTNKgT4
************************************************************************************************************************
SÜNNET----SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI
Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun.

Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz.

“Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15)

Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir.

Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı.

Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23)

Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır.

Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.
SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI
http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm
-------------------------------------------------------------------------------------
SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR
1921'de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı:

"Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır."

Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı:

"Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir."

Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed'in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar.

Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm'ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm'ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır.

Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle diyor:

"Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir."

Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor:

"Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." Ve şöyle devam ediyor:

"İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa'da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur."

Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı'nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm'a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir.

27.01.1990 tarihinde Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası'nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler:

"On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu."

Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar.

Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb'e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi.

Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul'ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur'an'ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi'nin Kur'an'ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin?

Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın.

Esad Mansur
SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR
http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm
http://youtu.be/Z5Y9WLc9nTE
*********************************************************************************
BEN ALLAH İLE BERABERİM
https://www.facebook.com/photo.php?v=267959903375823
*********************************************************************************